Yaşam Ayrıntıda Gizli Değildir
Sarı Otobüs ile uzun Asya yolculuklarının birinin dönüşünde
Katmandu'dan İstanbul'a doğru yola çıktık. Programda ilk konaklayacağımız şehir
180. km'deki Nepal'in küçük ve güzel yerleşimi Pokhara idi. Biz Sarı Otobüs yolcuları,
sözünü ettiğim mesafeyi 11 saatte geçebildik. Nepal'in bizim Doğu Karadeniz'e
benzeyen bol yağışlı iklimi, dolayısıyla her an heyelana hazır bir coğrafyası
vardır. Tropik iklim koşulları nedeniyle ortaya çıkan gecikmeleri pek
yadırgamıyoruz aslında. 22,000 km. uzunluğundaki yolculuğumuzun yarısını
katetmiş olmamızın ve de 7 haftalık programızın 4. haftasında Nepal'e
ulaşmamızın, bu kabullenişte katkısı vardır.
Keza Türkiye'de benimsediğimiz yaşamın hızı ve temposu bu
yolculukta oldukça yavaşlıyor. Bedenimiz ise bu yavaşlığı algılamakta
zorlanmıyor. Uzun Asya yolculuklarındaki zorlu yol koşullarının tempomuzu
yavaşlatması, yaşamın iyice farkına varmamızı sağlıyor.
Bakir ormanların, coşkuyla akan nehirlerin kenarında, yol
üstünde saatlerce bekleşirken insanlar araçlardan iniyorlar; kimi sigara
tüttürmek, kimi hava almak için. Kimisi de oracıkta oluşan seyyar satıcılardan
atıştıracak bir şeylerin alışverişini yapıyor. Bir kadın, yolculuk yaptığı
otobüsün tekerinin dibine çökmüş bebeğini emzirirken, yetişkin bir kız
annesinin önüne oturmuş saçlarını taratıyor. Başka bir Nepalli kadın da
yolculuk yaptığı eski ve süslü TATA marka otobüsün kapısından telaşla dışarı
bakarken, bebeğini emziren kadın, otobüsün kapısındaki kadının telaşını
anlıyor. Ona yolun altındaki muz ağaçlarının bulunduğu yeri gösteriyor. Demek
ki hanımlar için tuvalet ihtiyacı orada gideriliyormuş. Bizler de aynı merakla
sağa sola bakınca, az ilerideki köprünün altından kemerini toplayarak çıkan
beyleri fark ediyoruz.
İşlerini bitiren beyler, beşerli onarlı gruplar halinde
toplanarak, yolun neden kapandığını veya ne zaman açılacağını tartışıyorlar. Bu
esnada kimin ne iş yaptığı, neden yolda olduğu, düğüne mi, cenazeye mi gittiği,
özellikle de bizim oralarda ne için bulunduğumuz konuları aydınlığa
kavuşturuluyor. Bir ara fark ediyorsunuz ki, o çekik gözlü, ufak tefek, yanık
tenli insanlarla aynı familyadanmışız. Genellikle benzer şeylere üzülüp
sevindiğimizi ve günde üç öğün yemek ihtiyacımızın benzeştiğini görüyoruz. En
önemlisi de ihtiyaçları, idealleri, davranışları bu derece benzerlik gösteren
insanların birbirine nasıl uzak kaldığını fark ediyorsunuz.
Ben şimdi burada "ideal olan ne, gerçek hangisi"
ni tartışmak durumunda değilim. Benim ışık tutmaya çalıştığım konu, yaşamımızın
hızının azaldığı oranda farkındalığımızın arttığıdır. Lafı fazla uzatmadan; 11
saat süren 180 km mesafelik yolun sonunda Pokhara'ya vardık. 6993 m'lik
Machhapuchhare zirvesinden inen derelerin oluşturduğu Phewa Gölü'nün
kıyısındaki, yeşilin her tonu ile süslü güzel Pokhara. Bizim Abant Gölü
ölçülerinde, biraz daha ince uzun. Biz çok severiz Pokhara'yı. Karşı kıyısı ise
kelimenin tam anlamıyla balta girmemiş ormandır.
Öğleden sonra ulaştığımız şehrin tanıtım turunu 1 saatte
tamamladık. Akşam yemeği için seçtiğimiz göl kıyısındaki lokantayı ve buluşma
saatini belirledikten sonra dağıldık. Kimi alışverişe, kimi fotoğraf için
ışığın peşinde koyuldu. Ben de yemekten bir saat önce lokantaya gittim. Kıyıya
yakın kamelyalardan birinin altını ayarladım. Masa ve sandalyelemizi
yerleştirirken güneş battı. Yağmur başladığında iki arkadaşımız ıslanmamak için
koşarak geldiler. Biraz çardak altında lafladıktan sonra yağmurluklarımızı
giyerek usul usul kıyıdaki küçük iskeleye doğru yürüdük. Damlaların
kapüşonlarımıza vurarak çıkardığı pıtır pıtır sesler kesilince başımızı açtık.
Yağmurun temizlediği havanın dinginliği ve gölün temizliğinin/duruluğunun
verdiği huzur içinde güzel güzel şiirler döktürürken binlerce ateşböceği
çıkıverdi ortaya. Ama binlerce! Biz üç yolcu tam kıvama gelmiştik ki uzaktan
Türkçe konuşmaları duyunca bizimkilerin döndüğünü düşünerek çardak altına doğru
seğirttik. Bizimkilerden biri halimizi yadırgamış olarak sordu:
- Nereden geliyorsunuz böyle sırılsıklam?
- Yağmur, göl, ateşböcekleri...
- Nasıl yani! Bu karanlıkta nasıl gördünüz
ateşböceklerini???
Yolculuğun akşına kendini bırakabilmek gerek. Bulunduğunuz
duruma, yere kendizi kaptırmakta korkacak bir şey yok, inanın. Yolculuk halini
izlemek ya da kontrol etmek yerine içinde olmaya çabalamak bence çok daha fazla
haz verir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder