18 Şubat 2012 Cumartesi


Şehirler Yolcularını Bekler...

     Yolculukların hakkını vermek gerek... Yaşamı, günü hatta "an"ı en güzel biçimde yaşamak gerek.. Hayatımızın büyük bir bölümü; şu giyilmeli, şu yenmeli ya da şuraya gidilmeli biçiminde zaten kurgulanıyor. Çok aykırı davranmayı önermek niyetinde değilim. Ancak hayatımızı yönlendiren mekanizmaların (moda, reklam, medya) önermediklerini bir düşünün. Mesela nerelere gitmeyi öneriyorlar? Önermedikleri bölgeleri düşleyin. Lafı uzatmadan; Suriye'ye gitmeli desem...
     İran gibi Suriye de "burnumuzun dibindeki uzak ülke" mi diye düşünün lütfen... Hayır, iki adım. Halep, bizim Cilvegözü sınır kapısına otuz kilometre mesafede kocaman bir eski şehir. Köklü bir tarihi geçmişe sahip. Eşeledikçe Osmanlı çıkıyor. Selçuklu, Roma, Pers, Fenikeliler... Tarih, tarih üstüne binmiş ve ruhu olan bir şehir çıkmış ortaya. Evet, bir ruha sahip şehirler öyle kırk elli yılda meydana gelmezler. İki tane bulvar, dört adet park, on dört gökdelen dikilince zorlama bir yerleşim kurulmuş olur. Ve çok çabuk kurulduğu için; acele yenen bir yemek gibi tadına varamadan sindirmeye uğraşır durursunuz. Ancak bin yıllık bir yerleşimde, mesela Halep'te veya Şam'da dolanırken böyle olumsuzluk yaşanmaz. Usul usul yüzyıllar içinde oluşmuş caddelerin, fiziki koşulların elverdiği en uygun biçimde oluştuğunu fark edersiniz. Sonra o coğrafyayı biraz daha geniş açıdan izlemeye çalışırsınız. Şehrin bulunduğu noktanın, çok önceleri ticaret yollarının kesiştiği ve kervancıların konaklamaları için kervansaray yapımına en uygun yer olduğunu da fark edersiniz. Kervanlar çoğaldıkça yolcuların ihtiyaçları da çoğalmıştır. Yatak, yemek ve barınma ihtiyaçları giderilirken mallarını satabilecekleri pazarlar oluşmuştur. Bu pazarlar zaman içinde atölyelere, hanlara dönüşmüştür. Gelen giden çoğalınca da; ibadethaneler, refah ile mal mülk edinmeler, tarlalar, evler, konaklar, saraylar derken koca bir şehir oluşuvermiştir.
     Bu süreç usul usul, uzunca bir zaman dilimi içinde yıllara yayıldığından; bizler o şehirleri gezerken her şeyi içimize sindirebiliyoruz. Ve o şehrin oluşumuna katkı yapan en son yolcu olduğumuzun farkına varıyoruz. Bu farkındalıkla o şehrin de sizi içine sindirebileceğini umarak dalarsınız sokak aralarına. Kaybolmaya ya da şehre sızmaya çabalarsınız. Keza olumlu düşüncelerinizle yolunuzu aydınlatabiliyorsanız genellikle güzelliklerle karşılaşırsınız. Yolunuz aydınlandıkça güzelleşir, güzelleştikçe de aydınlanır.
     Biz  Sarı Otobüs yolcuları ürettiğimiz ortak enerji ile dağları, ovaları, yolları hem görerek hem de yaşayarak geçeriz. Ve dahi kurgulanmış yaşamları aşarak, yolumuza denk düşen şehirleri sadece görmek için değil yaşamak için ziyaret ederiz. Şehirden ayrılırken aklımızda birkaç insanın ismi kalır hep. Halep'i, Şam'ı, Mardin'i, Beyrut'u veya İsfahan'ı, Şiraz'ı ya da Peşaver'i, Şanlıurfa'yı yaşamak için tercih ettiğimiz ulaşım biçimi kara yolculuğudur. Daha sahici bulduğumuz bu yolculuk tarzı ile kendi sınırlarımızı keşfeder, ön yargılarımızdan arınırız. Bir gezgin dostumuzun sıkça söylediği gibi; sığ sularda ıslanmak yerine, derin denizlerde yüzmeyi tercih ederiz.

2 yorum:

  1. Ömer abi, seninle sohbet etmek zaten keyifliydi, şimdi yazılarını okumakta bir o kadar keyif verici...

    YanıtlaSil
  2. Harikasınız Ömer Kaptanım, sizinle sohbette, yollarda ayrı güzel...

    YanıtlaSil