Şehirler Yolcularını Bekler...
Yolculukların hakkını vermek gerek... Yaşamı, günü hatta
"an"ı en güzel biçimde yaşamak gerek.. Hayatımızın büyük bir bölümü;
şu giyilmeli, şu yenmeli ya da şuraya gidilmeli biçiminde zaten kurgulanıyor.
Çok aykırı davranmayı önermek niyetinde değilim. Ancak hayatımızı yönlendiren
mekanizmaların (moda, reklam, medya) önermediklerini bir düşünün. Mesela
nerelere gitmeyi öneriyorlar? Önermedikleri bölgeleri düşleyin. Lafı uzatmadan;
Suriye'ye gitmeli desem...
İran gibi Suriye de "burnumuzun dibindeki uzak
ülke" mi diye düşünün lütfen... Hayır, iki adım. Halep, bizim Cilvegözü
sınır kapısına otuz kilometre mesafede kocaman bir eski şehir. Köklü bir tarihi
geçmişe sahip. Eşeledikçe Osmanlı çıkıyor. Selçuklu, Roma, Pers, Fenikeliler...
Tarih, tarih üstüne binmiş ve ruhu olan bir şehir çıkmış ortaya. Evet, bir ruha
sahip şehirler öyle kırk elli yılda meydana gelmezler. İki tane bulvar, dört
adet park, on dört gökdelen dikilince zorlama bir yerleşim kurulmuş olur. Ve
çok çabuk kurulduğu için; acele yenen bir yemek gibi tadına varamadan
sindirmeye uğraşır durursunuz. Ancak bin yıllık bir yerleşimde, mesela Halep'te
veya Şam'da dolanırken böyle olumsuzluk yaşanmaz. Usul usul yüzyıllar içinde
oluşmuş caddelerin, fiziki koşulların elverdiği en uygun biçimde oluştuğunu
fark edersiniz. Sonra o coğrafyayı biraz daha geniş açıdan izlemeye
çalışırsınız. Şehrin bulunduğu noktanın, çok önceleri ticaret yollarının
kesiştiği ve kervancıların konaklamaları için kervansaray yapımına en uygun yer
olduğunu da fark edersiniz. Kervanlar çoğaldıkça yolcuların ihtiyaçları da
çoğalmıştır. Yatak, yemek ve barınma ihtiyaçları giderilirken mallarını
satabilecekleri pazarlar oluşmuştur. Bu pazarlar zaman içinde atölyelere,
hanlara dönüşmüştür. Gelen giden çoğalınca da; ibadethaneler, refah ile mal
mülk edinmeler, tarlalar, evler, konaklar, saraylar derken koca bir şehir
oluşuvermiştir.
Bu süreç usul usul, uzunca bir zaman dilimi içinde yıllara
yayıldığından; bizler o şehirleri gezerken her şeyi içimize sindirebiliyoruz.
Ve o şehrin oluşumuna katkı yapan en son yolcu olduğumuzun farkına varıyoruz.
Bu farkındalıkla o şehrin de sizi içine sindirebileceğini umarak dalarsınız
sokak aralarına. Kaybolmaya ya da şehre sızmaya çabalarsınız. Keza olumlu
düşüncelerinizle yolunuzu aydınlatabiliyorsanız genellikle güzelliklerle
karşılaşırsınız. Yolunuz aydınlandıkça güzelleşir, güzelleştikçe de aydınlanır.
Biz Sarı Otobüs
yolcuları ürettiğimiz ortak enerji ile dağları, ovaları, yolları hem görerek
hem de yaşayarak geçeriz. Ve dahi kurgulanmış yaşamları aşarak, yolumuza denk
düşen şehirleri sadece görmek için değil yaşamak için ziyaret ederiz. Şehirden
ayrılırken aklımızda birkaç insanın ismi kalır hep. Halep'i, Şam'ı, Mardin'i,
Beyrut'u veya İsfahan'ı, Şiraz'ı ya da Peşaver'i, Şanlıurfa'yı yaşamak için
tercih ettiğimiz ulaşım biçimi kara yolculuğudur. Daha sahici bulduğumuz bu
yolculuk tarzı ile kendi sınırlarımızı keşfeder, ön yargılarımızdan arınırız.
Bir gezgin dostumuzun sıkça söylediği gibi; sığ sularda ıslanmak yerine, derin
denizlerde yüzmeyi tercih ederiz.
Ömer abi, seninle sohbet etmek zaten keyifliydi, şimdi yazılarını okumakta bir o kadar keyif verici...
YanıtlaSilHarikasınız Ömer Kaptanım, sizinle sohbette, yollarda ayrı güzel...
YanıtlaSil